25 Nisan 2007 Çarşamba

Modernitenin İronisi: İrtica - Gökhan DAĞ

Atatürk veya ondan önceki modern insanlar sürekli bir şey için çabaladı. Daha iyi bir Osmanlı(Atatürk burada önceki devrimcilerden ayrılır) ve/veya Türkiye için.
Modernite anlayışını kavrayamayan ya da kavramaktan kendi geleceği için uzak duran bir imparatorluğun sonu tabii ki tarih sahnesinden silinmektir. Mamafih bir devletin parantez içinde daha modern bir devletin kurulması şüphesizdir: "Türkiye"
Atatürk yapı taşlarını halk egemenliğiyle kurduğu bu yeni devleti modern temellere oturtmak için uğraştı. Önce Cumhuriyeti yani Türkiye'yi Türkiye'den yönetmeyi, ardından laikliği, halkçılığı, sosyal devletçiliği ve bunların tamamlayıcısı olan hukuk devletini oluşturan Atatürk yıllar sonra yaptıklarının hala eleştiri altında bulunmaktadır. Bununsa tek bir sebebi var: "İrtica"
İrtica Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a göre tanımı tam olarak yapılamayan bir kavram, yani net değil. Kendisi birazcık devlet kurumlarına önem verip daha açık bir ifadeyle Türk Dil Kurumu'na (TDK) başvursaydı eğer kavramın gericilik olduğunu anlardı. Kendisi çağdaş ve modern niteliklerle donatılmış bu kurumu deyim yerindeyse es geçip bir irtica örneği göstermiş olduğunu acaba biliyor mu bunu merak ediyorum?
Modern devleti kuran Atatürk, çağdaş değerleri içselleştirip bunu bizim de toplumsallaşma sürecinde içselleştirmemizi sağlayacak kurumları oluşturdu. Bunların en başında da çağdaş bir eğitim sistemi geliyor; ama şu ironik duruma bakın ki o zaman oluşturulan bu kurumlarda şimdi öğretmenler dayak yemekte ve sınıflar da sigaralar içilmekte. Bu modernizasyonumuza kara bir leke, hatta daha doğrusu tam bir gericilik olmuyor mu?
Çok ilginç bir saptamamı paylaşmak istiyorum. Her etnik grup bir bağımsızlık için hayal kurar. Kimisi bu hayallerini gerçekleştirir, kimisi bunu seçimle kimisi bunu terörle yapma yoluna gider. Kimisi de hep bu hayallerle yaşar ve terörü sürekli hale getirip içselleştirir. Hatırlayalım Hatay özerk bölgesi Atatürk öldükten sonra bir yol ayrımına geldi. Halk bir seçimle ya Suriye topraklarına ya da Türkiye topraklarına katılmaya karar verecekti. Atatürk çağdaşlaşmasını içselleştirip daha modern olan Türkiye bu seçim sonucunda Hatay'ı topraklarına kattı.
O zaman ki durum aynen böyle. Bir de şimdiye dönüp bakalım çoğunlukla Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan halkımızdan bazı gruplar Kürdistan diye bir ülkenin vatandaşı olmak istemekte ve bu sebeple silah kuşanıp dağların yolunu tutmakta. Kürdistan denilen bu devletin hangi kurumu Türkiye'mizden ileri, hangi insanı Türk insanından çağdaş, hangi lideri Atatürk kadar ilerici.
Artık milletimizin düştüğü durum şu Hatay'ın yaptığının tersine ilericiliği değil gericiliği seçiyoruz. Bunun adı irtica değil mi? Sanırım kavram biraz netleşiyor olmalı sayın R. Tayyip Erdoğan.
Gelelim R. Tayyip Erdoğan'ın irtica nosyonunu anlamak istememesine yol açan asıl irticayi olaylara: "Dinsel Boyut"
Din mezheplere ayrıldığında, din üzerine çeşitli görüşler oluşmaya başlar. Mezhepler arası çatışmalar aslında siyasi olsa da bu siyasi savaşı kazanıma dönüştürecek her şey dinin istismarından geçer. Aslında din hiçbir zaman bölünmez, farklı yorumlanamaz bir olgudur. Bu benim görüşüm.
Atatürk ve arkadaşları devrimci insanlardı. Bazen dininizi yaşatmak için dininizden bazı ögeleri feda etmelisiniz diye düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın örneğin; din şehitleri gibi. Atatürk laikliği neden getirmiş olabilir diye düşündüğümde farklı dinsel grupların aynı yerde huzurlu yaşaması için diye bir sonuca ulaşıyorum.
Osmanlı Devleti halkının dinine karışmadı ifadesine paradoksal bakmak gerekir. Eğer karışmadıysa neden tüm devletler kendi din mensuplarını korumak için Osmanlı'nın iç işlerine karıştılar.
Tarihsel yalanlarla denilecek tek bir şey mevcut: "Osmanlı'yı yönetmek için". Bunun aksini iddia etmiyoruz. Osmanlı yönetilmek istenmiş olabilir fakat bir gerçek vardır ki Osmanlı'nın dine saygılı ibaresi hiçbir zaman laikliğin verdiği saygınlığı veremedi.
Şimdi ironik olarak gelişen nokta da laikliği çökertme girişimleri, bir başka ifadeyle irtica faaliyetleri yüzünden laiklik, her ne kadar boylu poslu karşımızdaysa da bazı yaralar aldı. Atatürk ve silah arkadaşlarının yönetimi sırasında dinsel gruplarına yönelik isteklerde bulun(A)mayan "GAYRİMÜSLÜMLERİN" şimdi sürekli bilmem ne patrikhanesine şöyle yapmalısınız görüşleri neden sürekli dillerde. Çünkü laiklik o zaman ki gibi güçlü değil. İrticai faaliyetler o zaman ki gibi etkisiz değil.
Dinsel boyutu sadece laiklik çerçevesinde inceledik diğer konularda ise yorumu sizlere bırakıyorum. Tarikatler, iki adımda bir camiiler, din sömürüsüyle toplanan paralar vb.
Şimdi konuyla bir alaka kurubilir misiniz bilmem ama birkaç tanım vermek yerinde olacak diye düşünüyorum. Tanımları net bulamayanlar için;

Cumhuriyetçilik:
Türkiye'yi Türkiye'den yönetmektir.

Halkçılık:
Türkiye'yi Türkiye'den yönetenleri eşit görmektir.

Milliyetçilik: Türkiye'yi Türkiye'den yönetenleri ve Türkiye'yi her şeyin üstünde bir bütün olarak tutmaktır. Başbuğ söylemlerine kanmamak en büyük liderin Atatürk olduğunu bilmektir.

Laiklik: Türkiye'yi Türkiye'den yönetenlere her şeyden önce saygı duymaktır. Devletin dininin olmadığını göstermektir.

Devrimcilik: Türkiye'yi Türkiye'den yönetmeye and içmektir.

Devletçilik:
Türkiye'yi Türkiyê'den yönetmeye and içenlere rahat güzel bir hayat yaşatmaya çalışmaktır.


Gökhan DAĞ





20 Nisan 2007 Cuma

Köy Kanunu ve Laiklik - Gökhan DAĞ

Kamu yönetiminde yerel yönetimlerim (mahalli idarelerin) Belediyeler ve İl Özel İdarelerinden sonra üçüncüsünü oluşturan köyler, toplumsal yaşantı açısından , şehirleşme eğilimine paralel olarak önemini yitirmeye başlasalarda, bu idari birimlerin yönetimi için esas teşkil eden 442 sayılı 18/3/1924 tarihli Köy Kanunu laik çerçeveden uzak görüntüsüyle önemini korumaktadır.
Yukarıdaki iddama Köy Kanunu'nun bazı maddelerini okurken ulaştım; ama öncesinde laiklik hakkında konuşmamız gerekiyor. Laiklik genel itibariyle daha doğrusu politik ifadesiyle devletin dinin olmaması ve devletin bu nosyona bağlı kalarak dinlere eşit mesafede yaklaşmasıdır. Bu çağdaş Atatürk ilkesinin ise, Atatürk zamanında bir kanunda uygulanması daha bir çok örneği olan bu uygulamaların sadece bir diğerini oluşturuyor. Kısacası laiklikle örtüşmeyen bir çok kanun ve kurum varlığını ülkemiz politikası içerisinde devam ettiriyor. Bunlardan sadece birisi de Köy Kanunudur.
Köy Kanunu'nun içeriğine bakmak gerekirse; kanun köyün daha çok nitelik sayılabilecek tanımlarına yer veriyor. Bunlardan biri köy; cami , mektep, yaylak, bataklık gibi orta malları bulunan ve toplu veya dağınık evlerde oturan insanların bağ ve bahçeleri ile birlikte bir yerleşim toplulu ve yeridir olarak tanımlanıyor. Burada kullanılan cami ifadesine ne gerek var diye düşündüğüm zaman herhngi bir sonuca ulaşamıyorum.
Kanunu biraz daha inceledikten sonra ikinci fasılda köyün işleri başlığı altında, köyün mecburi işlerinde şöyle bir görev yer almakta: "Köyde bir mescit yapmak (yeniden yapılacak ise köy meydanının bir tarafına yapılacaktır.) " . Bu ifade ise iki yönden düşünülebilir. İlk olarak, köyde bir mescit olabilir ve yerine yeniden yapılması mecburidir; çünkü köyde bir tane mescit de olsa, mescit yapmak zorunlu işlerden sayılmaktadır (Bizce sorun; mescit varsa, mescit yapmak zorunlu iş sayılmamalıdır diye düzeltilmelidir.) . İkincisi ise; daha ilginç, neden yapılacak bu yapı köyün merkezinde olacaktır ? Sorunun cevabına hanelere yakın olsun diye bir cevap vermek kolay olabileceği gibi, toplumsal grupların merkezi en prestjli yeridir teziyle de bunu açıklamak oldukça şaşırtıcı olacaktır. Bu ifadenin laiklikle örtüşmediği de oldukça açıktır.
Kanunun daha da derinliklerine inildiğinde köyün organlarından birisini oluşturan Köy İhtiyar Heyetinin üyeleri konusunda, köyün imamının ihtiyar heyetinin doğal üyesi olduğu ibaresi yer almaktadır. Bu anlatımın değerlendirmesi ise şu yönde yepılabilir: köyün şeçmenlerini içinde barındıran bir diğer köy organı Köy Derneğinin içinde köy imamının bulunması gayet doğal iken, bu birimin ihtiyar heyeti gibi seçimle oluşturulan bir yapı içinde doğal olarak bulunması laikle kesinlikle örtüşmez.
Sonuç olarak denilebilir ki Köy Kanunu laiklik çerçevesinden (bizce) uzak bir yapıdadır. Bu yapı laiklik unsurlarının belirttiği ölçüde düzeltilmelidir.

Okumadaki sabrınız için Teşekkür ederim. Gökhan DAĞ

18 Nisan 2007 Çarşamba

Osman Pamukoğlu Paşa Konferansından Notlar - Gökhan DAĞ

Osman Pamukoğlu öncelikle kimdir biraz bundan bahsetmem gerekiyor. En basit haliyle Osman Pamukoğlu 5 kez ustun birlik yetistirme nisani almis emekli bir tumgeneraldir. Bu aldığı nişanların sayısına Türkiye'de daha önce ulaşan olmadığı gibi sonrasında da ulaşan yok.Ayrıca Hakkari Dağ ve Komando Tugayının komutanlığını 1993-1995 yılları arasında büyük bir başarı ile yürütmüş bir paşadır. PKK (Pislik Kalleş Köpekler!)* denilen grubun baş düşmanlarından biridir. Kararlı, lider özelllikleri bulunan bir paşadır. Tabii ki Osman Pamukoğlu Paşa için bu kadar bilgi yetersizdir. Birçok kitabı bulunan Paşamızın konferansından notlar vermek ihtiyacı hissettiğimden bir kaç notu buraya düşelim.

1- Hükümetleri sadece özgür halklar denetler, sınırlar.

2- PKK (Pislik Kalleş Köpekler) 1. Körfez Savaşı'nda Amerika'nın Kuzey-Irak'ı sahipsiz bırakmasıyla hortlamıştır.

3- Devlet siyasi bir örgüt, şemadır. İçini dolduran insanlardır.

4- Savaşlara yaşlılar karar verir gençler ölür. Bu yüzden savaşlara parlamentolara değil referandumlarla karar verilmeli. Böylelikle şehitlerin acısı daha az duyulur.

5- Kıbrıs bize 70 mil Yunanlılara neredeyse 15-20 katı. Bırakın Kıbrıs'ı düşünmeyi, biz oraya en ufak mudahalede gerekeni yaparız. Önceliği Kuzey-Irak'taki örgütlenmeye karşı verin.

6- Çanakkale, Sarıkamış cepheleri hep anlatılır durur; ama bizim diğer bir cephede 25 bin İngiliz askerini canlı ele geçirdiğimizi unutmayın. Bizim tarihimiz şanlı zaferlerle doludur. Korkmayın, herkese karşı aydın kimliğinizi gösterin. Bizim sorunlarımız sizin sorunlarınızla birleşecek ve o zaman bu ülke için gerekeni yapmaktan çekinmeyin.

7- Şanlı zaferler elbetteki yaşanmıştır ve özel bi yeri vardır; ama bunlar geride kaldı yenilerini yaratın.

8- Halkımız bilinçsiz ve PKK ile iş birliği içinde. Bunlar bilinçlendirilmeli.

9- Kenan Evren talihsiz bir açıklama yapmıştır.

10- Amerika 2030'lara kadar Irak'ta kalmak zorunda. Yaptığı muttefikçi politakalarla bloglar kurarak (Kuzeyde Türkiye, Doğuda Yunanistan ve Türkiye, Batıda Afganistan ve Pakistan, Güneyde Arap Yarımadası) Çin ve Rusya gibi iki büyük rakibine petrol gitmesini engellemek Amerika'nın en erken o tarihte oradan gitmesine yol açacaktır.

11- Amerika, Vietnam ve Meksika'da düştüğü bataktan daha zor bir batakta. Bubataksa Irak.

12- Amerika İran'a saldırmayı göze alamaz. Eğer alırsa İran çok zor bir arazidir. Amerika oraya giderse kaybedecekleri çok şey olacaktır ve onlar bunun bilincindeler.

13- Atila derki sınırlarımız baskı altındaysa kesinlikle savaşırız. Ya ölürüz ya genişleriz. Musul ve Kerkük'te de olay bu noktalara varacak.

14- Lider zihinlerde devrim yapan birisidir. Bundan daha iyi bir silah olamaz.

15-Osman Pamukoğlu Paşa sert tavırlarıyla konuşmuş birisi olsa da espiriyi ihmal etmedi.Salonu espirileriyle kırdı geçirdi. Birisi şöyle: "Her askeri müdahale lafında beni arıyorlar, saçma sapan şeyler soruyorlar. Beni bundan sonra düşman asker sınırlarımıza 200 metre kala arayın ve gerisini bana bırakın."

Osman Pamukoğlu Paşa'nın bu konferansını unutulmazdı. Onu bu konferans için çağıranlara teşekkür ediyorum. Ayrıca doğum günümde yapılan bu konferans sonucu kendisine doğum günüm olduğunu ve benimle bir fotoğraf çektirirse en güzel hediyelerden birini vereceğini söyledim. Cevabı şu oldu: "ee hadi gel bakalım.". Gel demesinin sebebi birçok korumanın arasından geçecek olmamdı. Ayrıca Yolcu adlı kitabını da imzalamaktan çekinmedi. Unutmadan konferans Uludağ Üniversitesi Rektörlük A Salonunda saat 16.00'da gerçekleşti. Tarihse 13 Mart 2007.


* Tamamıyla benim sözümdür. (Gökhan DAĞ)


Gökhan DAĞ


Türkiye'de Televizyon Dünyası Bağlamında Toplumsal Çöküş - Gökhan DAĞ

GİRİŞ

Televizyon kanalları (televizyon) yeni vizyonlar kazandırmak için sürekli gelişiyor. Televizyonlarımızın halini anlayabilmek inanın bana çok zor. Amacım bu zorluğu biraz kolay bir hale getirmek. Zor diyorum; çünkü televizyonlar öyle güçlü yayınlar yapıyorlar ki izlenmeyecek, saçma sapan programları bile izlemekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Birkaç program analiziyle az biraz fikir uyandırmak ümidiyle yazımı yazıyorum.

A. Sabah Kuşağı Programları: Yayınlanmasının sakıncılarına geçmeden önce programın hedef kitlesi hakkında bazı bilgiler vermek yerinde olur. Sabah programları genellikle hanımlara hitap eden yapımlar olup çocukları daha da önemlisi çoğunlukla orta yaşlı erkekleri ekranlara hapsetmektedir.
Sabah programlarında işlenen gereksizce tartışma konuları insanlara kötü örnekler oluşturmakta ve bunları izleyen kesim çocuklarının eğitimine önem vermeyip bunlarla vakit geçirmektedir. Bu sebeple reyting savaşları için yeni nesiller sağlıklı bir gelişim izleyememektir. Bu sebeple sabah programlarında çıkıp halkın ruh, sinir ve biyolojik unsurlarını hedef alan sabah programları sunucuları ve yapımcılarını, oraya gidip kadrolu seyirci olan insanları vatan hayini ilan ediyorum.

B. Öğlen Kuşağı Programları: Öğlen kuşağı programları genellikle halkı bilinçlendirme amacı güder (!); fakat bu yapılan bilgilendirmenin sonuçları hep stüdyo tartışmaları ve ikili atışmalarla geçtiği için, halkı genellikle ekranların başına kilitlemekte olup sağlıksız bir toplumsal yapının oluşmasına sebebiyet vermektedir. Program sunucuları bile programa evlerinden ve stüdyodan katılan insanları (kendinde bu hakkı nerede buluyorsa) azarlamaktadır. Bu insanlarıda bir ölçüde vatan haini ilan ediyorum.

C. Akşam Kuşağı Programları: Akşam kuşağı televizyon dünyasının en renkli karelerini oluşturur. Prime-time olarak nitelendirilen bu renk cümbüşü genellikle bazı kategorilere ayrılır. Bunlar belli başlı başlıklar altında toplanabilir.

1- Akşam Haberleri: Sunucuları genellikle zeka seviyesi düşük insanlardır. Okudukları haberleri bile anlayamayan, sonradan gelen görüntülerle olayı ancak idrak edebilen insanlardır. Televizyondaki haberlerimiz genelde magazinsel içierikte oldukları için (ki bunu bu hale getiren haber sunucusunu vatan haini ilan ediyorum) genelde bir haber kuşağı olmayıp, reyting aktörü olarak görülür. Verilen (zorunlu) haberlerden sonra, zeka seviyesi zaten diğer programlarla gittikçe hırpalanan halka yaşamdan komik dakikalar izlettirilir. Bu haber kuşaklarının bir diğer özelliğide önceleri haberlerin, hergün olabilecek saatten farklı verilip daha sonra bunun reytingine yönelme işidir. Bu reytinge yönelmede altta geriye sayan bir kronometreyle olmaktadır.

2- Yarışma Programları: Genellikle birincinin mesaj yollanarak belirlendiği ve birçok vatan hainini içinde barındıran programlardır. Mesaj yollamanın aslında yarışmanın birincisi belirlemekten çok ticari olduğunu kavramaktan uzaklaşan halk (ki bunda diğer programlarında etkisi vardır) mesaj için harcadığı para yüzünden aç kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu toplumsal - ekonomik boyut olarak fakir bir halkın doğuşudur. Kısaca bir analiz yapmak gerekirse her yarışmaya bir mesaj atan izleyici (ki buralara atılan mesajlar normal mesajlardan NEDENSE pahalıdır) hesaplamalarıma göre haftada 500 kontörü sokağa ve reyting savaşlarına atmaktadır.
Bu programlarda bahsedilmesi gereken önemli bir hususta şudur: Bu programlarda tartışma hiçbir zaman eksik olmaz. Genellikle vatan hainlerinden oluşan bir jüri ışığı sonmuş ÜNLÜLERİ ve ışığı parlayacak diye ümit eden halkı azarlamaktadır. Tartışmaları eksik olmayan bu programlar halkı bir eve kapatıp psikolojisini bozmakta ve daha sonra bu programlardan çıkanların sonu meçhul olmaktadır.

3- Magazin Programları:
Bu programlar televizyon dünyasının zırhlı ve çeşitli savaş sanatlarıyla donatılmış reyting savaşçılarıdır. Genellikle halkın beğenisini kazanmış güzellerin ve yakışıklıların sunduğu bu programlar içerikleriyle halkı ekran başına bağlamakta ve bunu izleyen aileler kendi için de etkileşimi bir kenara bırakmaktadırlar. İçerikleri ünlülerin hayat hikayesi olan bu programların seviyesizlikleri doruklardadır. Frikik (magazinsel anlamda açık bir görüntü yakalama) peşinde olan magazin muhabirlerinin kol gezdiği bu program ziyanlarında görünen insanlar genellikle vatan hainleridir. Aynı zamanda bu programların müptelası olanlarda vatan hainleri olma yolunda ilerlemektedir. Ülkemizde oluşan magazin kültürünün son halkasını oluşturan magazin mahkemesi tarzı programlarda Türk mahkemesi ayaklar altına alınmakta, kendini hakim zanneden vatan haini oraya televizyon programları kurbanı olarak giden halkı azarlamaktadır. Zaten en ufak bir şeyde mahkemeleri meşgul eden ünlü insan ziyanları mahkemelerin işleyişini aksatmakla kalmayıp birde bu programlarda boy göstermektedir.

4- Diziler ve Filmler: Genellikle tüm gün yayınlanan bu programlar gece olunca yarasa gibi ortaya çıkar ve kan emer. Genellikle feodal yapılanmaları konu olan bu diziler genellikle saçma sapan konuları işleyip birkaç bölüm sonra yayından kaldırılırlar. Yayından kaldırılmayıp son bulanlar ise birçok kez tekrar edilir. Bu dizilerin en tehlikeli olanları komplo teorilerini işleyip halkın ruh sağlını bozan tipleridir.
Filmler ise genelde aksiyon denen türden olup kan ve barut kokar. Bu filmlere özenenlerin yaptıklarıyla bazen ülkeyi zor duruma soktukları bile gözlemlenir. Bunda dizilerin payının varlığıda inkar edilemez.

Ç. Gece Kuşağı Programları: Bu programlar insanların uyukladıkları fakat uyumadıkları zamanlarda yayınlanır. İnsanlar televizyonda yayınlanacak program sayesinde program başlayana kadar uyumadıkları gibi program bitene kadarda uyumazlar. Sonrasında bu uykusuzluk hali topluma acı şekillerde yansır. Bu programlarda kendi içinde belli kategorilere ayrılabilir.

1-Şov Programları: Bunlar genellikle insanları güldürmeye yönelik olup bol müzik dolu, diğerlerine nazaran daha iyi programlardır. Seviyesiz sohbetlerin bazen doruklara çıktığı bu programlarda konuklar çok kıymetliyken birkaç hafta sonra oldukça kötü şekilde eleştirilebilir. Eskiye oranla çok ufakta olsa gelişme kaydeden programlardır.

2-Spor Programları: Bu programlarda genellikle haftanın maçları yorumlanır ve bu yorumlama düzeyi oldukça seviyesizdir. İnsanlar komedi programı izler gibi geç saatlere kadar uykusuz kalırlar. Bu programların hafta içi yayınlananlarından toplum oldukça olumsuz şekilde etkilenir. Programdaki yorumcuların bazen uyukladıklarıda görülmüştür. Yapılan tartışmalar ve programların topluma kazandırdığı hiçbir şey yoktur.

3-Haber Tartışma Programları:
Bu programlarlarda sabaha kadar süren ateşli politik tartışmalar yaşandığı gibi, büyücülerin şarlatanlıklarıda gözler önüne serilir. Bir çoğu gereksiz olduğu gibi toplumu depolitize etmesi açısından oldukça sakıncalıdır. Vatan hainlerinin bazı yayınlara konuk oldukları gözlenebilir

D. Gece Sonrası Kuşağı Programları: Bu kuşakta bir önceki bahsedilen tüm yayınların tekrarı yapılır. Ulusa sesleniş konuşmaları da nedense bu saatlere bırakılır. Bu bile televizyonların pislik, şuursuz halinin göstergesidir.

SONUÇ


Televizyon aleminin ufak bir yansımasını çizmeye çalıştığımız bu yazıda, toplumun bunlardan nasıl etkilendiğini saptamaya çalıştık. Pek tabii ki hedefimiz bu etkilenmenin kötü yönlerini göstermek üzerine kuruludur. Televizyonlarımızda reyting savaşlarına katılmayan birçok kanal NEDENSE daha seviyeli programlar yayınlamaktadırlar. Bu nedenle yazımızın kimleri hedef aldığı aslında açıktır. Yazıma bu seviyeli programlardaki insanların vatan hainlerine dönüşmemesi dileklerimle son veriyorum. Teşekkürlerimle

Nisan 2007 / BURSA

Gökhan DAĞ